Hayat çoğu zaman küçük sürprizlerle gelir, bir tebessümle açılır gün, bir dost sesiyle hafifler omuzlar. Ama her zaman böyle olmaz. İnsanlar her zaman yalnızca kaldırabilecekleri yüklerle sınanmaz. Bazı zamanlar gelir ki, omuzlara çöken ağırlık, dizleri titretecek seni yere düşürecek kadar büyüktür. İçinden çıkılmaz sanılan, kalbi sıkıştıran, zihni allak bullak eden türden sorunlar… İşte o zaman başlar insanın içe yolculuğu.
Bu yolculuk öyle kolay da değildir. Kalabalıklardan uzaklaşırsın ama asıl kalabalık kendi içinde başlar. Aynaya bakarsın ama gördüğün yalnızca yüzün değil, tüm geçmişindir. Gözlerini kapatırsın ama karşında karanlık yoktur, iç sesin yükselir. İçinde kendinle münakaşa edersin. Kendine bir yaklaşırsın bir uzaklaşırsın.
Ruhunun teninde bıraktığı izleri takip edersin. Hayattan ne istediğini, neden bu kadar yorulduğunu, neyi hep ertelediğini ya da nelere sabretmeye çalıştığını sorgularsın. Amaçlar, arzular, hayal kırıklıkları… Hepsi yeniden sıralanır önünde.
Bazen bu noktada isyan gelir insanın diline. “Başka kimse yok muydu bununla sınanacak?” diye sorarsın. Cevap gelmez. Bazen de susarsın. Boyun eğersin olanlara, ama işte o eğilen boyun, bir ömür yük olur kalbine, yıllarca geçmeyen bir ağırlık gibi.
Zor zamanlarda yapılan seçimler, bazen bir ömür şekillendirir insanı. “Bu yaşa bir daha gelmeyeceğiz,” diyerek atılan adımlar, zamanın büyüsüne kapılıp verilen kararlar… O anın geçici hevesiyle yaşananlar, yıllar sonra acı tecrübelerin satır aralarına kazınır. Geçmiş, kendini unutturmaz, bazen bir rüya gibi, bazen bir yara gibi hatırlatır kendini.
Ama tüm bunlara rağmen insan dediğin, yeniden ayağa kalkar. Bazen aynı kişi olarak, bazen bambaşka biri olarak. Çünkü içe döndüğünde gördüklerin, seni sadece yıkmaz. Bazen de seni yeniden inşa eder.